Birazda KİTAP okuyalım. •1•



İşte size harikamı harika bir kitap ismi yazıyorum ve sakın okumadan da geçmeyin diyorum.
Charlotte Bronte'un yazdığı Jane Eyre. Tek kelime ile süper bir kitap. Ama ben tek kelime ile yetinir miyim hiç? Yetinmem. Hemen anlatmaya ve övmeye başlıyorum.
Havada aşk kokuları alacağınız, içinize sığdıramayacağınız yoğun duygular hissedeceğiniz, Jane ve Rochester'in konuşmalarının kulağınızda çınlayacağı, tekrar okumak için can atacağınız bir başyapıt. Abartmıyorum aynen böyle hissedeceğinizi düşünüyorum.
Yıllar geçse de unutamayacağınızdan ve bir çok kitap severe de önereceğinizden adım gibi eminim. Çok akıcı bir dile sahip olduğundan 3-4 günde bitireceksinizdir. Konusu:
Charlotte Bronte'un kendi hayatından izler taşıyan eseri Jane Eyre, romantizm akımının en belirgin ve unutulmayan örneklerindendir.
Zorlu bir çocukluk geçirdikten sonra öğretmen olan Jane Eyre, Bay Rochesterın malikanesinde mürebbiye olarak göreve başlar. Zamanla Bay Rochester ile Jane Eyre yakınlaşırlar, ama evlenmelerinin önünde ciddi bir engel vardır: Rochesterın herkesten gizlenen akıl hastası eşi.
Mutlaka Okuyun.

Şimdi başlığı okuyupta benim gibi "amannn Madonna'yımı anlatıyor. Napiim ben madonnayı" demeyin. Demeyin çünkü Madonna'yı anlatmıyor. Sevdiği kadını Madonna diye tasvir ediyor.
Bu kitapta muhteşem.Yukarıda Jane Eyre için ne dediysem burada da o geçerli,  ki okuyup bitirdikten sonra, boğazımda bir düğüm kaldı ve yutkundum yutkundum geçmedi. En sonunda boş verip muslukları açtım ve oturup nedensiz ağladım. Sonra arkasına da slow bir müzik açtım iyice ağladım. Sanmayın öyle kolay hazmedilecek bir kitap değil. Harikalar üstü. Bu kadar ince bir kitap bu kadar öz ve etkileyici yazılabilir. Aşk, dram, sadakat...
Konusu:
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor. 
Kitaplığınızda mutlaka bulunsun.



Jean-Christophe Grange ile kitapçım sayesinde tanıştım. Bana bu kitabı önermesiyle yazarın diğer kitaplarını da okumaya başladım. Polisiye macera seviyorsanız sıradaki kitabınız bu olsun.
Yalnız şunu belirtmeliyim, yazarın dili biraz ağır. Tek bir cümleyi kaçırdığınızda kitabın konusundan çıkıyorsunuz. Bu yüzden mümkün olduğunca sessiz iyi bir konsantre ile okumak gerekiyor. Ayrıca bir çok bilgi edineceğinizede eminim. Yazar bu kitabında Türkiye'dende bir kesit sunuyor.
Konusu:
Göçmen kuşlardır Leylekler. Her bahar Avrupaya gelir, yaz sonunda tekrar Afrikaya doğru yola çıkarlar. Ama bu yıl geri dönmeyecekler... Louis Antiocheun kayıp leyleklerin sırrını çözmek için çıktığı yolculuk kısa sürede kabusa dönüşür. Parçalanmış cesetler, nereden çıktığı belli olmayan katiller... Arayışı onu, Bulgaristandaki Çingene mahallelerinden işgal altındaki toprakların güneşte kavrulan kibutzlarına, Orta Afrika Cumhuriyetinin balta girmemiş ormanlarından Kalkütanın arka sokaklarına kadar götürecektir. Hatta cehenneme kadar...

Sınır tanımayan bir hayal gücü, kusursuz, bir kurgu tüyler ürpertici şiddet sahneleri, nefes nefese bir gerilim: Jean-Christophe Grangeyi bu tarzın zirvesine çıkaran, "Kızıl Nehirler"i dünya çapında bir başarıya ulaştıran bu nitelikler, "Leyleklerin Uçuşu"nda da var. Korkutucu bir yolculuk, şaşırtıcı bir kitap!


Hiç yorum yok: